Troya Antik Kentinin bende farklı bir hatırası ve izi
vardır. Anılar canlanınca size Yunan mitolojisinden bir efsane anlatarak başlamak istedim.
Kassandra’nın hikayesidir bu... Pek çoğunuzun Troy filminden anımsayacağı Troya
(Truva) Kralı Priamos’la karısı Hekabe’nin kızıdır. Kassandra, Priamos’un
oğulları Hektor ve Paris’ten sonra en ilgi çekici çocuğudur. Kassandra’nın
trajik bir hayatı olmuştur. Geleceği görme gücüyle yıkımları önlemeye çalışan,
ancak kimseyi sözlerine inandıramadığı için başına gelen belalardan daha fazla
etkilenip üzülen bilicinin dramını simgeler Kassandra. Yani günümüz anlayışına
göre ileriyi görebilen ancak sözünü dinletemeyen bilinçli insanın dramını. Efsaneler
Kassandra’nın bu gücünü farklı yorumlarla anlatmışlardır. Bir efsaneye göre
Kassandra ile ikiz kardeşi Helenos henüz bebekken, Priamos ile Hekabe tanrı
Apollon şerefine, tanrının şehir dışında bulunan tapınağında bir şenlik
düzenlemişler ve törenin sonunda çocuklarını tapınakta unutup gitmişler. Ertesi
sabah çocuklarını almaya geldiklerinde korkunç bir manzara ile karşılaşmışlar. Kassandra
ile Helenos beşiklerinde uyuyorlar ama iki yılan çevrelerini sarmış; bebeklerin
gözlerini, kulaklarını yalıyorlardı. Bu eylemle çocukların duyuları arınmış,
insanların göremediği, duyamadığı gerçeklerin algısına açılmış oluyordu. Yani ikisi
de kahin olmuştu.
Başka bir efsane ise Kassandra’nın biliciliğini şöyle
açıklar. Tanrı Apollon, Kral Priamos’un güzel kızına aşık olur. (Aşk deyince
akan sular durur. Eminim ki bu hikaye daha çok dikkatinizi çekti.) Neyse devam
edelim. Apollon kıza; eğer aşkını ona verirse kendisine bilicilik yeteneği
bahşedeceğini söyler. Kassandra bu teklifi kabul eder ama bilicilik yeteneğini
aldıktan sonra Apollon’a ne kendisini ne de aşkını vermeye yanaşmaz. Tanrı Apollon
bu duruma inanılmaz derecede öfkelenir. Haksız mı? Kassandra’nın ağzının içine
tükürür. Böylece kıza verdiği yeteneğin etkisiz kalmasını sağlar. Kassandra yine
de geleceği görebilecek, gördüklerini haykıracak ama hiç kimseyi sözlerine
inandıramayacaktır. Böylece Kassandra tanrı gücüyle dolarak kehanette bulunan
bir sözcü olur. Kardeşi Helenos ise daha çok kuşların uçuşuna (Sizlere anlatmayacağım
ama kuşların uçuşu ile kehanetler arasındaki bağlantıya inanmamı sağlayan, asla
unutamayacağım bir olay yaşamıştım… Sadece hayatınızdaki bazı işaretlere inanın
ve onları anlamlandırın diye belirtiyorum.) ve bazı işaretlere bakarak geleceği
haber veren bir yorumcudur. Her ikisi de talihsizdir.
Kassandra, Troya tarihinin bütün olaylarını önceden görmüş
ve söylemiştir. Paris (Truva savaşlarının çıkmasına neden olan kardeş), İda Dağı’ndan
dönünce (bu hikayeyi de ayrıca anlatacağım), bu delikanlının hemen
öldürülmesini istemiş, sonra Yunanistan yolculuğu dönüşünde Paris Helena’yı
Troya’ya getirdiğinde de bu kadının büyük bir yıkıma neden olacağını hemen geri
gönderilmesi gerektiğini söylemiştir. Savaş sırasında şehrin yıkımına yakın
tahta atın içeri alınmasına engel olmaya çalışmıştır. Gördüğünüz gibi mitolojik
hikayelerde de, günümüz dizilerindeki gibi yılan hikayesine dönmüştür her şey. Anlattıklarım
çok da enteresan gelmemiş olabilir bu yüzden. Ne de olsa ekranın renkli yüzleri
, bu hikayelerden çok da farklı hayatlar sunmuyor öyle değil mi? Kassandra, krallar
kralı Agamemnon’a köle olarak verilir sonunda. Kızın asıl çilesi bundan sonra
başlar. Agamemnon kıza aşık olur ve onu kendisine eş olarak Mykene’deki
sarayına götürür. Kassandra o zamana kadar bakiredir. Pek çok talibi çıktığı
halde evlenmemiştir. Babası onu Othryoneus isminde bir genç ile evlendirecekken,
bu adamın savaşta ölmesiyle Kassandra bekar kalmıştı. Kassandra’nın Agamemnon’un
tutsağı olarak Yunanistan’a geliş efsanesi tragedyaya konu olmuş ve Aiskhylos
en güçlü oyunlarından biri olan “Agamemnon’a” esinlenmiştir. Kassandra asıl bu
dramla kendini tamamen dile getirme fırsatını bulur. Mykene sarayında Agamemnon’un
da kendinin de başına gelecekleri , Klytaimestra’nın eliyle öldürüleceklerini
açık açık görür, haykırır, bağırır, dövünür ama hiçbir şeyi önleyemediği gibi,
bu yıkımı da ölümü de engelleyemez. Bunu anladığında, Apollon’un bağışladığı
bilicilik hünerine lanetler okur.
Böylece efsaneler ve türlü anlatılar sürer gider. İnsanlar antik
çağlarda anlam veremedikleri doğa olaylarını, savaşları, asilleri, kahramanları
mitolojik hikayelerle tanımlamaya çalışmışlar. Bizler de günümüzde anlam
veremediğimiz olayları genellikle es geçiyoruz. Bilmeden, öğrenmeden, okumadan,
çabalamadan fikirler beyan ediyor; başımızı emme basma tulumba gibi sallıyor ve
bizlere sunulan her şeyi sorgulamadan evetliyoruz. Oysa insan olmanın bir
numaralı kuralı, düşünmek. Sorgulamak, bilmiyorsan sormak, öğrenmek, anlamaya
çalışmak. Cehaletin büyük bir erdem olduğuna inanlar, inandıkları şeyin ne
olduğunun farkında bile olamayanlardır. Dünya büyük bir boşlukta. Dünya giderek
büyüyen bir boşluk. Dünya boş… Gerçek olan bizleriz.
Sadece bir dörtlük yazasım var bu yazının sonunda;
“Hayata karşı savunurken kendimi, susma hakkımı
kullanıyorum.
Sana sustuğum her şeyi, kendimle konuşuyorum.
Susmakla kapanacaksa içimdeki boşluk,
Ben, giderek yok oluyorum…”
Efsane Kaynak: Azra Erhat – Mitoloji Sözlüğü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder