Dünyaya getirilmiş gölgelerden ibaret gibi görünsek de hepimiz çok daha büyük bir evrene sahibiz aslında. Bu evren çocukluğumuzda yaratılır. Korkusuzca sevgisini sunabilenler biraz da çocukluğun saf hazzını, sevilme duygusunu tatmış, o zamanlar yaratabildiği hayal dünyasını renklerle doldurabilmiş olanlardır. Ne kadar yaşamış, ne kadar yaş almış olursak olalım itiraf etmekten kaçınmamamız gereken şey budur. Derinliğimiz, çocukluğumuzda saklı. Usulca dağılan sislerin arasından görmeye çalıştığımız anılarımıza ulaşabiliyor muyuz? Bu anılar, bugün kim olduğumuzu tanımlar. Bu anılar bugün, nasıl sevebileceğimizi ve nasıl sevilmek istediğimizi belirler. Ne derseniz deyin bu böyledir. İster sebep sonuç ilişkisi, ister içgüdü, ister karakter meselesi, isterseniz de "canım böyle istiyor var mı ötesi?" deyin. Başkalarının derinliğini irdelemek ya da sorgulamak kolaydır. Kendimize gelince iş değişir. Görmek istediğimiz gibi görürüz yalnızlığımızla olan ilişkimizi. Yalnızlığımız, tarafsızca betimlemek zorunda olduğumuz yalın yanımız. İçimize yönelişin başlangıç noktası. Çoğu zaman bunu yapmaktan kaçındığımız doğru. Kaçmak ve kaçınmak, kendimizle olan mesafeleri arttırmaktan başka bir işe yaramıyor. Hayat çizgimizin üzerinde yer alan tüm iniş ve çıkışlar varoluşumuzun labirentlerinden başka bir şey değil. Ve sadece bir başka gölge üzerimize eğildiğinde kendi aydınlanmamızı, kendi yansımamızı, kendi dibe vuruşumuzu görebiliriz. Yolculuklar hep böyle başlar...Tek başına. Bir diğer gölgenin senin çıkmaz sokaklarında savrulmasıyla...
İstanbul - Şubat 2019 |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder