24.12.2014

Masal

Gözlerimi açtım gecenin ertesine,
Sanki ilk defa gördüm güneşi içimde.
Oysa biliyordum;
Ben artık;
Yoksuldum...
Yoksundum,
Ellerinden,
Gözlerinden,
Yüreğinden.
Mahrumdum senin gölgenden,
Nefesinden,
Sevginden...

Benim en çok sevdiğim,
Denizden ilk dinlediğim masaldın.
Küçüktüm, hiç büyümeyecek bir çocuktum.
Sen,
Bir vardın, bir de yoktun...






27.11.2014

Denize Doğru

Zamanın birinde,
Yağmuru ardımıza alıp fırtınaya doğru mu koşmuştuk?
Tam hatırlamıyorum şimdi...
Bildiğim tek şey, hiç birimiz artık eskisi gibi değiliz.
Ne olduğunu anlayamadan büyüdük.
Büyüdü bizimle birlikte;
İsteklerimiz, tutkularımız, korkularımız...
Öylesine utanıyoruz ki zayıf görünmekten,
Gözyaşlarımızı bile gizliyoruz kendimizden.

Oysa daha dün çocuktuk.
Çamurdan pasta, tahtadan arabaydı tozlu sokaklardaki hayallerimiz.
Çok sonra öğrendik hayal duvarlardan kendimize kocaman hapishaneler inşa etmeyi,
Zindanlarımızda kendimizi sonsuzluğa hapsetmeyi...
İçimizde parıldayan güneş, hala onu ilk koyduğumuz yerde.
Çoktan bıraktım ben artık büyümeyi...




                                          Çanakkale - Sarıçay (Tahta Köprü) 1996

15.11.2014

Özetle

Adınla başlıyor hayat,
Bitiyor hayat adınla...
Ömrümün özeti,
Bu iki cümle arasında.



9.11.2014

Yeniden

Bu acıdan kurtulmak için kalbimden vazgeçerim.
Sen yoksan eğer, söyle ben neredeyim?
İkimiz birlikteyken tamamdık,
Zamansızlığa inat biz hep VARdık...
Şimdi yeniden en başa dönsek,
Aynı gün, aynı yer, aynı saatte karşılaşsak seninle.
Yıllardan mutluluk, aylardan aşk olsa...
Karlı bir havada, içimizin sıcaklığında,
Garip bir günün akşamında görsem ilk kez seni.
Gözlerine baksam önce ve hayran kalsam sözlerine.
Elini tutup bir daha asla bırakmak istemesem.
Seni düşlesem, her şeyden çok sevsem.
Söyle,
Bir hayatın daha anlamını arar mısın benimle?





4.11.2014

Adın

Başladığım her cümle, sana doğru umutsuz bir yolculuk,
Belki de bu yüzden yazmaktan kaçışım.
Sığınmayacağım umutsuzluğun çıkmaz sokaklarına...
Kalmayacağım karanlıkta...
Ama biliyorum, artık çağırabildiğim tek şey adın,
Yazsam da, yazamasam da...






27.10.2014

Hayat ve Müzik

Hayatın sesini aç bugün,
Düşlerin müziğin olsun.
Kendi notalarında dans ederken,
Bulacaksın kaybettiğin her şeyi.
Ve göz yaşların olacak,
Mutlulukların da elbet...
Sana ait ne varsa gökyüzünün altında
Göğsünde sıkıca tut, bırakma...



19.10.2014

Manzara

Uçsuz bucaksız bir deniz,
Ay ışığında oynaşan dalgalar,
Geceye akan rüzgarın sakin esintisi,
Bir de yıldızlar eklenince manzaraya
Gel de aşık olma bu hissiz dünyaya...

13.10.2014

Cevapsız

Yalnızız kalabalığımızda,
Hepken hiçiz bir anda,
Adınla başlayan her yeni güne milat desem,

Gel desem,

Sen desem,

Ne olur ki bunun sonu?

Hiç bilemem...






9.10.2014

Kişiye Özel Bir Yazı

Yolculuğunuzun kilit noktalarında bazı insanlar vardır. Hayatınızda oldukları için mutlusunuzdur. Size anlam katarlar. Anlamınızı anlamanıza yardımcı olurlar belki de. Benim yolculuğumda olan, çok önemli  birkaç kişiden biri için yazdım bugün bu yazıyı. Hayatın zamansızlığını bildiğimden, henüz yazabiliyorken yazmak istedim çünkü. 

İlk karşılaşmamızdaki nezaketi ve içtenliği, kendisini tanıdığım yıllar boyunca hiç değişmedi. Çevresine olduğu kadar kendisine de duyduğu saygıdan dolayı olsa gerek, hayata karşı naif bir duruşu var her zaman. Kırıcı olmaktan kaçındığı kadar kırılgandır aslında. Derin düşünceleri, engin bilgileriyle birleştiğinde bize kendi üslubuyla ve ustaca anlattığı her şeyi dinlemek büyük bir keyif . 

En sevdiği çiçek her ne kadar zambak olsa da, asla unutamaz annesinin bağ evinde yetiştirdiği o muhteşem güzellikteki devasa begonvili. Belki bu yüzdendir kendisinin yaşadığı şehirde iklimi hiç elverişli olmasa da, inatla ve inançla bir begonvil yetiştirme isteği. İlk kez ondan duydum reçelin kirece yatırılarak yapılabileceğini. Hasan Tahsin'in gerçek adının Osman Nevres olduğunu da. Halikarnas Balıkçısının hayat öyküsünü ondan dinlemek ayrı bir zevkti. Badem ağaçlarının mis gibi kokusunu duyduk çocukluk anılarında. Öylesine içten anlatır ki; gökyüzü bile üşenmez, her gece üzerine serilir tüm yıldızlarla. Bir erkeğin annesine duyduğu tarifsiz bağlılık sarar içinizi. Sevginin yalınlığını, uçsuz bucaksız sınırlarını tanırsınız coşkuyla anlattıklarında. İki tarafı ağaçlarla bezeli uzun bir yolda yürürüz kimi zaman. Bazen de Ay Işığı Sonatı'nın hikayesinde geziniriz merakla. Onunla yola çıktığımızda ise, biliriz yolun sonuna kadar ne olursa olsun bizimle birlikte olacağını.

Bir öğretmen olsaydı eminim ki aydınlık bir nesil, başarılı insanlar kazandırırdı dünyaya. Öncelikle, baş harfi "saygı" ile başlayan kelimeler öğretir; hayatı sorgulayan, kendisine inanan, güçlü kişilikler yetiştirirdi. 

Bu blogu açma fikri de kendisine aitti. Yıllardır yazmamış olmanın verdiği eksikliği anımsattı bana. Hiç kimse okumasa da kendim için yazmamı öğütledi. Her gün yazmasam bile, illa ki aklının bir kenarındayım okumak için, ya yazmışsam? 

Hayat, dostça bir dokunuşla daha anlamlı. Belki telgrafın tellerine kuşlar konar,  kuştan korkan da darı ekmez... Sizin anlamınız, yeriniz, değeriniz bambaşka. Bu duygu, bizde asla değişmez...Telaşlısınız desek de, sizi ofise elinizde poşetlerle giriyorken seviyor gibi gözüksek de :) , anlatmaya çalıştığım nedenlerden dolayı da sevmekteyiz. İyi ki varsınız, hayatımızda hep var olun.

Sevgiyle ve bizimle kalın...






1.10.2014

Sonrası

Eylül bitti nihayet...
Sonra,
Hayat bizi en güzel yerlerimizden vurdu.
Acımasız,
Apansız,
Amansız,
Toz duman dağıldığında geriye kalan;
Bensiz bir senle,
Sensiz bir hiç...

21.09.2014

Anlam

Kurduğum her cümlede seni çağırdım,
Gelmedin.
Anladım;
Bu Eylül de sözlükte yine yalnızlık demek...

18.09.2014

Gelirsen...

Aylardan hüznün tam ortasındayız.
Kim bilir,
Belki yeni başlangıçlara açılır tüm kapılar.
Yokluğunun yansımaları silinir de,
Ansızın çıkar gelirsin bir gün.
Gözlerinin içi güler yine gözlerime bakarken,
Esmer güzelliğin, içimdeki karanlıkta parıldar,
Sözcüklerin telaşında anlatırım sana, yokluğunda dünya ve benim başımdan geçenleri.
Türlü hikayeler yaratırım, adınla birlikte aşka yol alan...
Ve daha neler neler...







12.09.2014

Dediğin gibi olsun

Peki, baştan yazalım her şeyi.
Baştan başlayalım, ne değişir sence?
Sen, aynı sen
Ben, hiç değişmeyen.
Sadece yolun başına geri dönmek neye yarar?
Aynı hikayeyi tekrar yazmak seni çoğaltır, beni eksiltir.
Miş'li geçmiş zamanın kahramanlarıyız artık,
Bu Eylül bizi bitirir...






10.09.2014

Sözün Özü

Tükeniş, aldığından çok daha fazlasını vermekle başlar;
Doğaya,
Dostluğa,
ve
Aşka...





8.09.2014

Film şeridi

Her gün bir yaprak,
Ve bir yaprak daha...
Döke saça yaşıyoruz bu Eylül'ü de daha öncekiler gibi...

7.09.2014

Kaçış yok

Eylül'de yitirdim kendimi...
Uzaklaşmaya çalışırken her şeyden,
Bir de baktım ki giyinivermişim yine baştan ayağa sen...

1.09.2014

Eylül Etkisi

Yokluğunun ertesi günüdür sonbahar.
Günlerden o gün geldiğinde;
Usulca renk değiştiririm, tıpkı yeryüzü gibi...







21.08.2014

Başlangıç ve Son

"Bu" günü yaşarken, aynı noktada yarını yaşamak da mümkün olacak mı diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Toplumun içine sürüklendiği bilinmezlik duygusu, cehalet, saygısızlık, aynılaşma (benim deyimimle fabrikasyon bir nesil) yani kısacası insanı insan eden her türlü duygudan yoksunlaştırma projesi için kıyasıya savaşan bir dünya düzeni içinde yarın nereye savrulacağımızı bilemeden yaşamak zor. Bizim için olan her şey bize giderek yabancılaşıyor ve bunu kendimize yapan yine biz insanlarız. Evrendeki özel varlıklar olarak düşünebildiğimiz, iyi ile kötüyü ayırt edebilecek kapasiteye sahip olduğumuz halde üşendiğimizden midir nedir bir türlü iyileşemiyoruz. Çaresi bulunmayan bir hastalığa yakalanmışcasına kıvranıp dururken bir adım öteye gidilebilir mi? İçinde bulunduğumuz toplumsal çıkmazın nedenlerini doğru tespit etmediğimiz sürece, bu devran böyle dönüp gidecek. Her gün kanamaya devam eden yaralar git gide büyüyecek, yaşamın özüne varamadan yok olup giden nesiller haline geleceğiz. Bir an olsun, sadece kendimizi kurtarmanın yollarını aramadan biraz daha geneli kapsayan sorumluluklar üstlenmeyi denesek ne olur? Çıkarları için kainatın ezgisini susturmaya çalışan, yörüngeleri değiştiren, dünyayı insana - insanı dünyaya düşman etmeye çalışan tüm çabalar, belli bir sınırı geçemiyor hala. O sınır; özgür beyinlerin, aydın inanışların başladığı yerdedir. Su gibi berrak ve apaçık ortada aslında her şey. Yeter ki gözümüzü açıp etrafımızda olup biteni anlamak isteyelim. İstemekle başlıyor yaşam... Sonunu mutlu yazmak hepimizin elinde...


6.08.2014

Üç yanlış kaç doğruyu götürür?

Doğrularımızı sorgulatmadan yaşayabileceğimiz bir yer var mı acaba kainatta? Tutunabileceğimiz farklı yaşantılar, sil baştan umutlar, yeni yarınlar? Ördüğümüz duvarlardan ibaret ömrümüzde kendimizi çoğu kez kapana kısılmış gibi hissederiz. Tüm ışıklar söner, içinde kaldığımız karanlıktan çok korkar ya da gidecek başka yerimiz olmadığından sıkıca sarılırız ona. Işığın gözlerimizi kör edeceğine öylesine inanmışızdır ki, siyahı tercih ederiz beyaza. Kendi kararlarımızı illa ki başkalarına da onaylatır, ya da onların olmasını istediği şekilde yön çizeriz yaşantımıza. Oysa ki; başkasının bir doğrusu, bizim tüm doğrularımızı alır götürür. Birisi için bir şeyin bitişi, diğeri için h e r ş e y i n başlangıcı olabilir. Aslında çok kolaymış gibi yaşasak da, hayata tutunabilmek için büyük çaba sarf ederiz hepimiz. Bazen kendimizi inkar eder, yaşantımıza dışarıdan bir yabancıymış gibi bakıyormuşcasına anılarda yaşarız. Matematiksel ve ince hesaplar yapar, kılı kırk yararak kendimize yeni bir rota çizeriz. Kaderi hesaba katmayı unuturuz zaman zaman. Ama o illaki kendini hatırlatır bir şekilde. Yörüngemizden öylesine saptırır ki bizi, tamamiyle haritanın dışında buluveririz kendimizi. Kısacası dostlar, gözümüzde çok da büyütmeye gerek yok, herşey basit bir mantıksal denklemden ibaret değil mi?
Kendin ol + abartma + derin düşünme + takıntılardan kurtul + hayatı akışına bırak + gülümse = Hayattasın... Hisset ve yaşa! ...




3.08.2014

Siyah beyaz tadında bir filmden yola çıkarak...

Dün izlediğim bir filmde geçen sahnede; hastanede ölmek üzere olan bir kadın başucunda bekleyen adama şu cümleleri söyler: " Şimdi hiç acı yok, ya da herhangi bir korku. Çok iyi hissediyorum. Burası huzur dolu. Mutlu olmamı istiyordun değil mi? O zaman çok mutlu ol. Olacaksın değil mi? Hayat çok garip. Bazı ilişkilerin ismi yoktur. Seninle ben her zaman ..." cümleyi tamamlayamadan ve ilişkinin adını koyamadan kadın ölür. Adamın dinmek bilmeyen gözyaşları ile sahne sona erer. Bunun öncesinde yaşadıkları, erkeğin kadına tarif edilemez hayranlığı, ilgisi ve sevgisi ile oluşan bir dostluk, arkadaşlık, sırdaşlıktan ibaret. Kadın erkeğe hiçbir vaatte bulunmuyor. Ya da onu cezbetmek için özel şey yapmıyor. İkisini birbirlerine çeken şeyler yalnızlıkları, acıları, iç dünyaları. Erkek de ona hiçbir zaman onu ne kadar çok sevdiğini itiraf edemiyor...

Bazı ilişkiler tam da böyledir işte. Tanımlanamaz. Bir kadın ve bir erkek arasındaki ilişki tanımlanamıyorsa eğer, buna verilebilecek en uygun ad kuşkusuz "dostluk" olacaktır. Tanımı da; iki ayrı dünyanın, iki eksik insanın birbirini cinsellik, çıkar, maddiyat vs. beklemeden tamamlamaya çalışmalarından başka bir şey değildir bence. İlişkilerin bitiş noktası genellikle hep aynıdır. Tahammülsüzlük. Birbirine karşı sabrı tükenmiş her çift yolun sonuna gelmiş demektir. Kadın ve erkek arasındaki yoğun dostluk duygusu bu tahammülsüzlüğü engeller. Çünkü dostluğun yaşattığı duygular çok farklı boyuttadır. Aşk bir süre sonra biter. Erkek ya da kadın bir zamanlar deli gibi sevdiği sevgilisinden ya da eşinden ayrılmayı her şekilde göze alır. Ama bu ilişkinin temeli sağlam bir dostluğa dayalı ise işte orada durum kesinlikle daha farklı olacaktır.

Ben bu filmi kendi cümlelerimle tamamlamak isteseydim, kadın öldükten sonra adam ona başucunda şu cümleleri söylerdi: " Biliyorum, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bizim ilişkimizin bir tanımı olmadığı gibi sensizliğin de tanımı yok. Zaman buna asla çare olmayacak. Yaşamaya çalışacağım, -sensiz- boşluğa düşeceğim, tökezleyeceğim, ayağa kalkıp yoluma devam edeceğim ama yolda karşılaşacaklarımı seninle paylaşamadıktan sonra bir anlamı olmayacak. Doğarken de ölürken de yalnızız. Ben, bu iki tarih arasında yaşayacaklarımın bir anlamı, bir adı olsun istedim. O anlamı gözlerinde, varlığında, dostluğunda buldum. Bunca yaşanmışlıktan sonra çok vasat gelebilecek iki kelimeyi yine de söylemek istiyorum, seni seviyorum..."

Hayatınızda her zaman sevgiye yer verin...

                                                      Çanakkale - Kordon (17.03.2013)

25.07.2014

Hayatı Kucaklamak

Yıldızlarla bezenmiş gökyüzünün altında, gitarın coşkulu sesi ve taze demlenmiş çay ile ılık bir yaz akşamına yelken açtık... Gecenin ışıltılı karanlığında ayın yansımalarıyla gölgelenmiş denizi seyrederken düşünüyorum da, ne geçmiş ne gelecek var...sadece "şu andan" ibaretiz. Sırtüstü uzanıp evrenin gizemli derinliğine dalarken zaman kavramını düşünüyorum...

Geçmişe dokunabilmek için bazen çok eski bir fotoğraf yeterli olabiliyor. Bazen de uzaklardan imdadına yetişircesine arayan dost bir ses. Farklı yaşamlara ya da geleceğe dokunabilmek için "uzayda" yeni hayatlar aramaya gerek yok. Günlük yaşantının rutin girdabından sadece biraz uzakta, "kendi dünyamızda" da hayat var.

Pencereyi aralayıp derin bir nefes almakla işe başlar, sıkıntıları aralayıp yaşama katılmakla devam ederiz şu andaki yolumuza. Geçip giden her bir gün, hayal olur ardımızda yavaş yavaş anılara karışarak. Anılarımız içinden en çok özlediğimiz ise çocukluğumuza ait olanlardır daima. İçimizdeki çocuğu kaybetmiyoruz ama bir yerlerde unutuyoruz telaştan.Geriye dönebilme özlemi var ya hep içimizde; ancak anılarımızdaki diğer çocuklarla karşılaştığımızda kendimizi de yeniden buluyoruz. Kısaca şöyle de özetleyebiliriz: içimizdeki çocuk hala bizimle. Biz izin verdiğimiz sürece ortaya çıkıyor, koşup oynuyor, ağlıyor, gülüyor ve asla büyümek istemiyor. Çünkü büyürken aldığımız savaş yaralarımız vardır. Dokununca acıyan, bir türlü kapanmayan...Zamanın ilk vurduğu ve en zayıf noktamızdır çocukluğumuz. Aynı zamanda da en güçlü yanımızdır, korumayı bilirsek elbette. Büyüklerin dünyasında çocuk olmak mı, çocukluk hayallerinde büyük olmak mı diye sorsam sizlere hepinizin vereceği cevap çoğunlukla aynıdır. Çocukken bir an önce büyümeyi istemedik mi hepimiz? Ya şimdi neyi hayal ediyoruz? Sorgusuz sualsiz özgürce yaşayabileceğimiz, sorumluluk almadan mutlak bir güven duygusuyla anne babamıza sığınabileceğimiz çocukluğumuzu aramaktayız.


Tüm gerçek olanca saflığıyla hayatımızın en temiz sayfasında saklı, yani çocukluğumuzda. Herkesin ölüm sebebi bilinir de doğum sebebi bilinmez...Kişi, varoluş amacını zamanla kendisi çözer. Genellikle cevap bulunduğunda iş işten geçmiş, koskoca bir hayat ıskalanmış olur. Yanından geçip giden fırsatları, insanları, doğruları yakalayamadan geçmiş bir ömür...Her ne yaşarsak yaşayalım, içimizdeki çocuk bizi yalnız ya da yarı yolda bırakmaz. Eğer biz onu bir yerlerde bırakmazsak... Yazının başında bahsettiğim " şu an " ve " kendi dünyamızdaki hayat " tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Bırakın içinizdeki çocuk serbest kalsın. Size şu anın en güzel yanlarını yaşatsın. Geçmişe ve geleceğe çok fazla takılmanın anlamı yok. Büyüdük yeteri kadar, bazı yanlarımız hep çocuk kalsın. Dünyayı ve evreni biraz da bu gözle kucaklayalım.


Sevgiler...


24.07.14 - Didim





19.07.2014

Anlamsız

Aldığı her nefesin kendisine değil de size hayat verdiği ama bunu o yaşıyorken asla anlayamadığınız ya da anlayıp da önemsemediğiniz kişiler vardır. Eğer bu nefes alış verişi karşılıklı ise çok şanslısınız demektir. O sizin için ne ifade ediyorsa, siz de onun için aynı şeyi ifade edersiniz. Yaşamınız boyunca sadece bir kez rastlarsınız ona. Hayatın getirdiği tüm sıkıntıların acısını ondan çıkartırsınız, o ise sizi kendince sevmeye devam eder.
Yokluğunda, ne işiniz olduğunu anlayamadığınız bir dünyada yaşamaya devam edersiniz. Birlikte gittiğiniz her yer acı verir. İnsanlardan kaçarsınız bir süre. Sonrasında ise yalnız kalmaktan korkarsınız. Onunlayken pek çok şey ifade eden tatil günleri, artık tüm anlamını yitirmiştir. Anlayabildiğiniz tek şey, onun hala hayatınızın ta kendisi olduğudur. Gerçek sevgiyi yaşayan her insan şunu çok iyi bilir; aynaya her baktığında gördüğün baştan ayağa odur. Onun sevgisinin eseridir gözlerinizdeki ışık, teninizde parıldayan güneş...

Hızla tükenen hayallerin ötesine uzanan yalnızlığınla bir başına kaldığında aklından geçenler birkaç cümle olur sadece: " Bir zamanlar aşık oldum, anlamımı buldum... Ruhum sadece ona doğru aktı etrafımdaki diğer her şeye inat. Ben, artık o olmuştum çünkü. Dünya sadece ikimizin etrafında dönüyordu. Sonra birden her şey durdu. Artık yarımdı yarınlar. Ve yarım kalmış bir hayat taşır mıydı beni yarınlara? Yarın, yarım... Elimde kalan sadece bu iki eksik kelime.İlk pes eden kalp, en çok seven kalptir. Biliyorum; yaşamak, gün almaktı ölümden. Yalın ve sessizdi çaresizlik usulca çökerken üzerime...Nefesiyle bana can verirken; bende hayat buldu, bende yok oldu. Geriye kalan; sevgi dolu gözlerle bakan bir yüzün hatırası ve asla unutulmayacak olan anılar..."

Ayrılıkların nedenleri bazen de çareleri vardır. Ayrılmış aşıkların işi daha kolaydır ölümün ayırdıklarından. Çünkü, ölüme açıklama bulamazsın. Sebep - sonuç ilişkisi kuramazsın. Sorgulamaya çalışır, işin içinden çıkamazsın. Sevdiğini kaybettiysen ne yazık ki asla geri getiremezsin.

Hayatta sadece bir adamın ya da bir kadının aşkı sizi yüceltebilir. Tektir... Sonrasında ne yaşarsan yaşa, anlamını bulamazsın.




18.07.14 Akbük

19.06.2014

Bitmeyen yolculuk...

Bir mevsimin, ruhun, öykünün her gün kanayan, bir türlü iyileşemeyen yarası belki de bu. Zihnin ince kıvrımlarında bin bir çeşit hayal, düşünce, çelişki, gerçeklik dolanıp durmakta. Tüm bunlar bazen zehirli bir sarmaşık gibi sarıyor, boğuyor derken dallar dolusu tomurcukla çıkıp geliveriyor mutluluk aniden. Tam mutlu oldum derken ağır bir taş gibi düşüveriyor acılar içimizdeki yaşam vadisine.  Renkler seriliyor gökyüzünden yavaş yavaş, yanar döner bir cümbüş başlıyor düş ormanlarında. En sonunda ise karanlıklara bırakıyor kendini ruhun gökkuşağı. Mutsuzluğa sürüklenmek kadar başarılı olabildiğimiz başka bir şey de yok zaten... Bir mayın tarlasındaymışcasına dikkat kesilerek atıyorsun düşünce adımlarını. Küçücük bir noktadan çıkan ışık demetleri gibi süzülüyor ömrüne mevsimler. Yaşamınca göreceğin tüm gün doğumları ve batımları farklı tatlar sunacak; ruhunda yepyeni izdüşümler, her defasında hücrelerini yeniden yoğuracak ve kendin için 
k e n d i n i yaşamanı sağlayacak. Satranç oynar gibi, derinlemesine düşünerek yapacaksın önündeki tüm hamleleri. Buna rağmen zaman seni savuracak. Bedenini önüne katıp girdaplara sürükleyecek. Dalga dalga büyüyecek içindeki ülkenin sınırları. Her devinimde bir çentik daha atılacak anatomine ve saniyeler koşarcasına uzaklaşacak senden. Buna inat sakın T Ü K E N M E!
Aşkın ve dostluğun sihirli, pırıltılı tozları her yerde. Kendi göç yollarında uçarı bir yıldız olmalı insan. Işıltılar içinde göz kırpmalı yaşam denen vazgeçilmez sevdaya. Yağmura küskün bir gül gibi ansızın kapanan yürek yara almak istemez fırtınada. Oysa ki yaralana yaralana yaralanMamayı öğrenecekti. Yürek gözü açık ve cesur olmalıydı. Yağmurlara küsmeden kucak açmalıydı. Delice koşturarak sıyrılırsın kabuğundan. Bir meyvenin tadına, kumsalın kumuna, çiçeğin rengine, yaprakların hışırtısına, kaçamak bir şarabın sarhoşluğuna yürüdü. Yürüdükçe daha da cesurdu... Derinleşti... Derinleştikçe bulduğu gizemdi... Çözdü...



                                                  Yalı Hanı - Çanakkale 1997


6.06.2014

Sadece gözyaşlarımız kaldı...

Güvenmek ne kadar önemli değil mi? En başta ailene, sonra dostlarına, eşine, insanlara...Güven yok olduğunda, tüm bu ilişkiler de ömrünü tamamlamış olur. Öyle bir zamana yolculuk ettik ki dünyaya geldiğimiz ilk andan bu yana; kaos, karanlık ve acının ekildiği tarlalar dalga dalga büyüyor gözlerimizin önünde. Kan, savaş, vahşetin o bitmeyen çığlıkları... Bir de bakmışsınız ki, en güvendiğiniz insan çocuğunuzu alıp götürmüş sizden intikam almak için. Ya da çok iyi tanıdığınız birisinin bıçak darbeleriyle yok yere canınızdan olmuşsunuz. Trafikte kendi yolunuzda seyrederken güvenle, bir anda burun buruna gelmişsiniz yolunu şaşıran, şımaran, saygısız diğer araçla...İşinize giderken, kör bir kurşunun hedefi olmanız da an meselesi tabi. Yaşanan tüm olayların saçma birer bahanesi var elbette. Sebep sonuç ilişkileri, tüm bu haberleri tiksintiyle izlememize neden oluyor. 

Hayatın anlamını yitirdik, bir türlü bulamıyoruz. İçimizde hala var olduğuna inanmak istediğim insanlık, her geçen gün gözümde küçüldükçe küçülüyor...Düşündükçe, göz yaşlarımı tutamıyorum derinlerimde... Sanırım insanlığımızdan geriye kalan en masum şey sadece onlar...




20.05.2014

Değişi(n)m

Çıkarlar üzerine kurulu ilişkiler kuşatmış etrafımızı. Yüzeysellik ise diz boyu... İnsan ilişkileri artık oturup tartışmaktan, hoşgörüden ve paylaşımlardan çok uzak sularda seyrediyor. İnsan olmanın getirdiği tüm bu olgular bizi sıradanlıktan uzaklaştırır, kültürle harmanlanıp yepyeni dinamikler ve ufuklar yaratır. Fakat biz her zaman olduğu gibi işin kolayına kaçmanın peşindeyiz. İşimiz gücümüz günübirlik ilişkiler yaşamak, paket program dostluklar edinmek. 
Hayatın içinde savrulurken, umarsızca bir yerlere ait olma çabasından öte değildir aslında yaşadıklarımız. Bencilliğimiz; bir şeylere inanma, bir şeylere sığınma arzusundan doğar; sistematik olarak gelişir; tek başına kalmama duygusuyla benliksiz bir cisim gibi sadece bütünün içinde olmayı ister kişi. Yörüngesinden çıkmış gezegen misali savrulup durduğunun farkına bile varmaz, zanneder ki artık tümüyle bir yere, bir topluluğa, bir amaca aittir. Bilmediği en önemli gerçek ise, insan olmanın özüdür. Diğer bir deyişle salt sevgidir, özveridir, inançtır. 
İnançlar köreldiğinde, umutlar da tükenir. Yazan, okuyan ve düşünen insan, zaaflarına bir kılıf uydurma psikolojisiyle çıkmaz sokaklara dalar, kendi yok oluşunun sürecini başlatır. Bu evrede, elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi sızlanır. Kendi kaosunu kendisi yaratır. Emek vermeden elde edilmek istenen her şey bir anda tuzla buz olur. Yıkım sonrasında geriye kalanlar sadece keder, yalnızlık ve göz yaşlarıdır. 
İnsan olmanın getirdiği ve gerektiği bazı durumlarla, kurallar vardır. Önce kendine saygı duymayı öğreneceksin, sonra karşındakine saygı duyacaksın. Son olarak da üzerinde yaşadığın gezegene saygı göstereceksin ki hayat sana bu enerji ile geri dönsün. Değişim için ne çok erken ne de çok geç, elinde var olan ve tümüyle sana ait olan sadece şu an... 



26.04.2014

Yeni yaş, yeni yanılsamalar...

Biliyorum; yaşamak, gün almaktır ölümden. Özümüzü ararken bazen kayboluruz ve dünya gizler bizi kucağında... Aslında her birimiz ne kadar yalnız, ne kadar çaresiziz. Gitmekle kalmak arasında bir yolda - hayatta - gün ve saati isteğimiz dışında çoktan belirlenmiş olan başlangıca ve bitişe dahiliz. Tam da şeyleri anlamaya başlarken biter hayat. Bu küçücük an'da gizli tüm yanıtlar. Sürer ya da biter... Küllerimizden doğarken aslında her seferinde yeniden ölürüz...

Doğum günümdü dün... Dostlarım, ailem, sevdiklerim yanı başımda... Cümlelerimde hep hüzün olsa da, hayatta beni mutlu eden çok şey var aslında... Teşekkür ederim varlığınız için...



2.04.2014

Büyüdüm . . .

İçimdeki en büyük düştü büyümek. Çünkü büyükler önemliydi, bilgiliydi, özgürdü benim çocuk gözümde, hatta göz alıcıydı. Büyümenin verebileceği anlamlar ve acılar tanımsızdı henüz sözlüğümde. Oysa hiç kolay değildi büyük olmak, büyüklüğü her zaman büYük niteliğinde tutmak. Durum, bazen sadece kendine yük olmaktan ibaretti... Delice akan sulara karışır gibi atılmak gerekiyordu belki hayata. Umarsız, uçarı, hırçın olmak gerekiyordu belki de? 

Sonra anladım ki; büyük olmak önce çocuk olmayı gerektiyordu. Bu yüzden ellerim, dizlerim yara bere içinde. Çok haylazım, kim bilir hangi kalıpları kırdım da aldım bu izleri? Yaramazlıklarımın arasında iz bırakmayanlar da var tabi. Zaten asla öğüt istemedim hiç kimseden. Dünyayı sadece kendi derinliğimde keşfetmek, ellerimle dokunarak, bazen de canımı acıtarak tanımak istedim. Deneyimleri miras almadım kendi deneyimlerime yol açmak için. Sadece merak mıydı beni alıp götüren? Bu gizemi henüz çözebilmiş değilim ama önüm karanlık olsa da kendi kendime ördüm kişiliğimin sağlam duvarlarını. Yasak ülkelerin sınırlarından getirdiğim tuğlaları tek tek kendim koydum üst üste.  Yüreğim ve beynim dans ediyor hala pistte. Zamanı gelip de müzik durduğunda vals bitecek, ben biteceğim...




20.03.2014

Elma dersem çık " u m u t "

Umudun kitap sayfalarında, şarkı sözlerinde ve düşlerde kaldığı bir dünyada yaşatılıyoruz. Etrafımızı saran sis perdesinin ardında yaşanan kirli oyunlarla harabeye çevrilen her bir şehir, umudun düşman tarafından fethedilen kaleleridir. Yenik başladık hayata. Olan bitenlere göz yumarak, sessiz kalarak, ne olduğumuzu ve ne için yaşadığımızı unutarak avutmaya çalıştık kendimizi. Yüksek gerilimin dışında kalarak dengeyi sağlamaya çalışırken, hepten yok ettik elimizde kalan son kırıntıları. Rüzgar nereye doğru eserse biz de o tarafa savrulduk yalanlarımızın acı gerçekliğinde. Bugünlerde görebildiğim tek gerçek maalesef bu. Yazmaya başladığım zaman kalbimden akan cümleler, beni umutsuzluk girdabına sürüklüyor sanki.  Her yeni güne farklı bir vahşetin çığlıklarıyla uyanmak; gazetelerde - haberlerde insanın acizliğine, bencilliğine, yıkım gücüne, hızla sürüklendiği kaçınılmaz sona doğru yol alışına tekrar şahit olmak giderek zorlaşıyor. Hayat bir sınavsa, şıkları eleyip  " e) hiçbiri "   diyerek çekip gitmek isteriz belki. Mücadele gücümüzü yitirdiğimizden değil, gördüklerimize karşı tahammülümüz kalmadığından. 

Ama şunu asla unutmamak gerekli; umut hep vardı. Sadece, hazır olmayan bizdik kendimiz ve sevdiklerimiz için savaşmaya, bir amacın cesur neferleri olmaya... Hiç bir zaman yeterli olmadı sebeplerimiz. Vazgeçmek için her zaman bir bahanemiz oldu. Kısacık ömrümüze sığdırabildiklerimiz üç beş yalan, gizli saklı hayaller, unutulmaya yüz tutmuş sevdalar, vedalar, kaçışlar vs. vs. vs... Saklambaç oynamaya gerek yok. Umudumuzu tekrar bulabilmek için tüm samimiyetimizle aynaya şöyle bir göz atmamız yeterli. 



10.03.2014

DOĞRU SORULARLA YAŞAMAK




Cevabını bir türlü bulamadığımız sorular vardır...

Seviyor mu? Seviyor muyum? İnsanın doğasından kaynaklanan en büyük ihtiyaçtır sevmek ve sevilmek. Genellikle kendi kendine sorulan ilk soru budur. 


Şanslı mıyım? Şanssız mıyım? "Falancanın hayatına bak, kedi gibi dört ayak üstüne düşüyor her zaman ya ben?" diye sormadınız mı kendinize hiç?


Mutlu muyum? Mutsuz muyum? diye sorarken aynadaki suretimize şüpheyle, mutluluğun tanımını yapabildik mi ki?


Ölüm bize yapılan en büyük haksızlık mı? Ya da bir armağan mı yaşamak? Cevap belki de bu soruda gizliydi. Mecbur ayrılıklar, bir şeylerden vazgeçmek için yeterli sebep değildir asla. Özellikle de çizdiğimiz yoldan ayrılmak için...

Kendimiz ya da hayat hakkında, ilk vardığımız yargılarda kaldık her zaman. Üstüne üstlük şifreyi çözmüşcesine kibirlendik ve alay ettik bunu beceremeyenlerle. Bütünü göremediğimizi kabullenemedik o çok asil bilge tavırlarımızla. Başkalarının yargılarıyla yaşadığımız gerçeğini kavrayamadık. Oysa ki doğru, gözümüzün önündeydi; elimizi uzatsak tutabileceğimiz mesafede... Aklımızla ulaşabileceğimiz tek sonuç oldu her zaman. Yolculuğumuz boyunca bize klavuzluk edebilecek bir tek doğru... Geliştirilebilir, sürdürülebilir, inançla ve arzuyla yoğrulabilir ama BİR olan doğru. Herkes farklı yollardan ulaşsa da, son kapı her zaman ona açılır. Düşüncelerimiz ürettikçe, çoğaldıkça, kök saldıkça doğru tohumlar alır ve ekeriz hayatımıza. İlk derse ailemizle başlar, okulda öğretmenlerimizle devam ederiz. Topluma karışır kalıplaşır, yaşadığımız ülkenin kurallarına göre de şekilleniriz. Bu süreçte de kendi sorularımızı değil, başkalarının sorularını sorar ve yanıtlamaya çalışırız. Yanlış sonuca giden çözümdeki ilk hatadır bu. Kendi öngörülerimizle sorgulamadan başladığımız her sınav maalesef hüsranla sonuçlanır. Algılarımızın kapandığı, gözlerimizin köreldiği bir dünyanın peşine takıldık gidiyoruz. Fabrikasyon insanların, tüketim toplumunun dayattığı kurallara göre mutsuz, umutsuz, sıradan hayatlar yaşıyoruz. Bütünün içinde olamadığımız gibi, kilometrelerce dışındayız. Çünkü, doğru soruları sormaktan ve bunlara karşılık alacağımız yanıtlardan korkuyoruz.


Çağlar boyunca düşünen ve üreten insan, şimdi neden tekdüzeleşti? Bu sorunun yanıtı, doğrularımıza yolculuğun ilk adımı olmasın sakın? 









4.03.2014

DuVAR

Benliğinizin ikiye bölündüğünü hissettiğiniz anlar olmuştur mutlaka. İçinizdeki yanılgılardan, kuşkulardan beslenen; ruhunuzu ansızın kuşatıveren hüzünlerden örülü bir duvarın yükseldiği ve sizi ikiye böldüğü anlar... Varlığımızı yavaş yavaş, sinsice ele geçiren bir virüstür bu. Asla farkına varamazsınız içine sürüklendiğiniz derme çatma ruh halinin. Tam da " her şey yolunda gidiyor" derken çörekleniverir tüm ağırlığı ve miskinliğiyle üzerimize. Aslında zamanın biriktirdiği, bizim geç farkına vardığımız yaralardır açılan. Önemsemediğimiz, es geçtiğimiz tüm detaylar, bu devasa duvarı ören birer tuğladır sadece. Ömrümüzden eksilen her saniyede, üst üste dizilerek umarsızca yükselirler içimizde. Bu duvarı yıkabilmek için, önce güçlü bir kişiliğe sahip olmak sonra da gerçekçi olmak gerekir. Hayatın sunduğu tüm güzellikler, birer dinamit etkisi yaratır duvarımızda. Sabah uyanıp aldığımız ilk derin nefes, hava puslu olsa da ara sıra bulutların arasından bize göz kırpan güneş ışıkları, rüzgarın hoyratça da olsa esişi, dünyada tutunabilmek için vermemiz gereken mücadelenin bizi çağıran sesi... duvarı delik deşik etmeye yeter de artar bile. Yüreğimize koyduğumuz yaşam türküsünü söylemenin belki de tam zamanıdır şimdi. Git gide yükselen bir melodidir hayat. En başta da, kendimizle mücadele etmeyi gerektirir. Böylece, başardıklarımızla birlikte gelen alkışlar yankılanacaktır içimizde; kör, sağır ve dilsiz bir duvarın aciz sessizliği değil... Mücadele ederken,  "kapının önüne kıvrılmış bir yavru kedi" kadar ıssız ve çaresizizdir bazen bu varoluşta. Dipsiz bir kuyu gibidir ve çok farklı yollar dener bizi sınamak için hayat. Mesela, en sevdiklerimizin yokluğuyla terbiye eder. Yokluğuyla yok olacağımızı düşündüğümüz insanlar... Hayaliyle de olsa bizi yaşatan, özlenen, bazen gözyaşlarımızda gizlenen... Uzak diyarlardan, gösterdiğimiz tüm çabaya destek veren... Gücümüzün kaynağı aslında tam da burada, sevgimizde. Her kapı, her sorunun çözümü ona açılıyor. Klasik sorudur, sevgi varken nefret niye? Cevabı hepimiz çok iyi biliyoruz aslında. İnsanız, nankörüz, kaçak dövüşüyoruz savaşımızda. Hayat bizi terbiye etmeden önce çıkmalıyız yola. Ördüğümüz duvarlar bir gün üzerimize yıkılırsa, ne kalacak bizden geriye?


21.05.2011 Ayvalık - Cunda


9.02.2014

Kimin kölesiyiz?

Kadının köleleştirilmesi, ilkel toplumlarda olduğu gibi modern toplumlarda da sürmektedir. Gerçi bu göreceli bir kavram olsa da, ben köle sıfatını yakıştırmayı uygun görüyorum günümüz kadınının her açıdan sömürülmeye açık olmasını. Kadın çalışsa da, çalışmasa da, okumuş olsa da olmasa da dünyaya kendinden ödün vermek için gelmiştir sanki. Herkes için geçerli olmamakla birlikte en azından sadece kendi çevremdeki gözlemlere dayanarak yüzde doksanlık kesimin bu şekilde yaşamakta olduğunu söyleyebilirim. Sömürü sadece erkekler tarafından yapılmamakla birlikte, erkeğin ailesi, akrabaları, çocuklar gibi bir kitle tarafından kadına yüklenen misyon hep kendi hayatından, isteklerinden, beklentilerinden ödün vermekle ilgilidir. Anne olan bir kadın yufka yüreklidir. Hep azalmaya baştan razıdır o. Çünkü çocuk onun hayatıdır. Çocuk büyüyüp de kendi kanatlarıyla uçmaya başladıktan sonra anlaşılacaktır kendi kaderindeki acı yalnızlık... Kadın - erkek hepimize doğuştan verilen insani haklar vardır. Kendin olabilme hakkı, kendin için doğru olduğuna inandığın kararı verebilme hakkı. Ne yazık ki günümüzde bilgili geçinen cahillerin aklının eremediği gerçek haklar bunlar. Ama bir kadın, bu hakları kullanamasa da, sadece birazcık anlaşılabilmek için pek çok şey feda eder. Feda ederken kimliğinden sıyrılır, bambaşka bir hale bürünür. Kendisine dışardan bakan bir yabancı gibidir artık. Zamanla erir, tükenir, biter. Hayattan beklentisi yoktur artık, hiçbir şey ona zevk vermez.Her türlü fedakarlığa rağmen hala suçlu olan odur başkalarının gözünde. Silkelenip kendisine gelse, içindeki ışığı bulacaktır. Farklı gözlerle baksa hayata, mecbur olduğuna inandığı kalıpları yıksa, duvarların içinden bir inci gibi çıkacaktır gerçek kimliği. İnandığı yalanların ardından giderken, kendisini keşfetmenin mutluluğuyla sarsılacaktır yalanlar üzerine inşa edilen tüm binalar. Kadının gücü kalbindedir. O kalp hala birisi için çarpıyorsa, henüz vakit varken tamiri mümkün zararlar giderilmelidir. Kalp bir kez durduktan sonra çalışmaz. Çalışsa da hiçbir şey asla eskisi gibi olmaz...
Herkes seçimlerinin kurbanı ya da kazananıdır hayatta. Kaderimizin ağlarını kendimiz örer, beğenmezsek de sökeriz. Kadın, kendi kendisinin kölesidir kimi zaman. En tehlikelisi de aslında budur. Sınırlarını bir kez çizdikten sonra çıkamaz kalıplarının dışına. Bunlar için söylenebilecek fazla bir şey yok. Hayat klişelerden ibaret. Bir soru yeter belki tüm problemleri çözmeye. Bazen çözümler sorunun kendisiyle birlikte gelir çünkü.
Tek deneyim şansın olan dünyaya kimin kölesi olmak için geldin?


21.01.2014

Hayat sürprizlerle dolu

İnsanın sevdiklerini küçük şeylerle ödüllendirmesi çok hoştur. Kafanda tasarlarken, önce kendi kendini mutlu edersin. Gün içinde yaptığın ufacık nüansla bile; suya atılan küçük bir taşın meydana getirdiği, git gide büyüyen halkalar gibi ben, sen, o, biz, siz, onlar mutlu olurlar... Ben de bugün, yarın öğle saatleri için küçük bir hoşluk yapmayı düşündüm dostlarıma. Hayatımda; "annelik" mertebesine ulaşmış, şefkat ve hassasiyet ne demektir çok iyi bilen dostlarım var. Hepsinin yeri farklıdır bende. Şu an, her gün yanı başımda olan ikisinden bahsetmek istiyorum. Öncelikle, bu yazıda kendilerinden bahsettiğimi anlayacaklar ve yüzlerinde kendileri kadar güzel bir tebessüm oluşacak. Sırf bunu görmek bile dünyalara bedel bence. Yedi yıldır, pazar günleri ve tatiller hariç her günümün yarısı onlarla geçiyor. En zor zamanlarımı, bazen de mutlu anlarımı ilk onlarla paylaştım. Hayata dair umutlarımı, hayal kırıklıklarımı anlattım. Yanlarında çekinmeden ağladım, bağırdım çağırdım, isyan ettim beni eleştireceklerinden korkmadan. Anne olmalarının getirdiği yufka yüreklilikle savaştıkları için hayatta, zaman zaman yara aldıkları oluyor elbette. Onlar üzüldüğü zaman benim de içimden bir şeyler uçup gidiyor. Hayatı paylaştığım, emeği bölüştüğüm dostlarım " hayatımda olduğunuz için her gün şükrediyorum". Dünyayı ve olup bitenleri sorgularken karşılaştığım gerçekliksiniz. Günlerin size mutluluk ve huzur getirmesini isterim sadece...
Bugün, küçük bir çocuğun küçücük bir sürprizle hayatına katılan anlamlardan, renklerden bahsetmiştik. Büyük ya da küçük fark etmez. Herkesin zaman zaman şımartılmaya, düşünülmeye ve ilgiye ihtiyacı vardır. Yarın sizin için benim de küçücük bir sürprizim var. Hazır mısınız gülümsemeye?



25.03.2012  Belkıs Sahili ( E & G )

12.01.2014

Ağlamak için henüz çok erken

Kadın ve erkeğin özü aynı fakat hayata bakışları farklı. Erkek için kadın ne ise, kadın için de erkek o aslında. Çok da farklı değiliz birbirimizden. Önemsenme ihtiyacından doğan çiftini bulma arayışı, genellikle tahammülsüzlük ve bencillikle son buluyor. Aynı yöne bakabildiğin birisini bulabilmek maalesef çok düşük bir olasılık. Bulduysan, sakın incitme. Hayat onu senden alana kadar sıkı sıkı sarıl ve sonsuza dek onu, sadece onu seveceğini haykır. Ellerinden sımsıkı tut ki, hiçbir güç sizi birbirinizden ayıramasın. O hala yanındayken ve seni seviyorken göster sen de ona ne kadar değer verdiğini.Kokusunu içine, sesini kulaklarına hapset yokluğunda sana eşlik edebilmesi için...Başkalarına sinirlenip onu hırpalama yok yere. Tek suçu seni sevmek değil mi? Onunla bir anlamı olan dünya zamanını en iyi şekilde değerlendir doyasıya. Birlikte güldüğünüz, birlikte ağladığınız anlardan ibaret çünkü mutluluk. Bunu sonradan değil, şu anda anlamalısın. Sabırla, yavaş yavaş büyütmelisin sevgini. Bir anda başlayan her şey bir anda bitmeye mahkumdur. Temeli sağlam olan bir ilişki kolay kolay sarsılamaz. Her şeyden önce en iyi dostu olmalısınız birbirinizin. Konuşacak ve danışacak bir şeyleriniz olmalı her zaman. Çekinmeden, gizlemeden açabilmelisin yüreğini tüm sırlarıyla ona. Her konuda aynı fikirde olabilmek asla mümkün değildir. Seni her anlamda desteklemesini bekleme. Önemli olan yaklaşım ve paylaşımdır. Dört dörtlük olmayacak hiçbir şey. Çünkü aşkın yarısı mutluluksa, yarısı da hüzündür. Her şeye rağmen; yanında olması, seni tamamlaması güzeldir. Gün gelip de yarım kaldığında anlarsın...

Henüz erken; sözün bittiği yerde başlar göz yaşları. Tüm sözler tükenmeden, ağlamakla vakit kaybetme sakın. Çünkü zaman, sevgiyle değer kazanır.

                                               

5.01.2014

Medeniyete bir adım

Hep istedik, hiç olmadı. Oysa, hayallerimiz bir adım ötedeydi korkularımızdan. Her şeyi unutup, hayatı en baştan yaşamaya başlamıştık. Çünkü, yeryüzündeki ilk insanlardık biz. İlkelliğimizi sevgiyle körelttik, insanlığımızı aşkla yazdık. Buzdan kulelerin çevrelediği sınırlarla uğraşmadık ki. Dört mevsim yeşeren uçsuz bucaksız çimenliklerde alıp verdik nefeslerimizi. Göz yaşlarımızın biriktiği çukurlar yoktu. Sadece yalın bir hiçlikten çıkıp geliveren bizden ve sevgimizden ibaretti tüm olup biten...Kanla yıkanmamıştı topraklar henüz. Silah dediğin şey basit bir sopaydı, taştı. Otomobil neydi? İnternet? Televizyon? Vahşetse, iki yırtıcı hayvanın birbirine saldırmasıydı sadece. Tanklarla, bombalarla insanların talan edilmesi değildi. Gelişim neydi peki? Modernleşme? Medenileşme? Söz dinledik ve modernleşmedik, medenileş - medik, medenileşemedik. Çok güzel yoz-laştık, en ala şekilde tepkisizleştirildik. İnsanlığın inanılmaz gücü karşısında, tüm insanlıkça yenildik. Zafer sarhoşluğuyla unuttuğumuz gerçekliği artık sadece rüyalarımızda yaşar olduk. Kendi gücümüzün yok ediciliğinden aldık payımıza düşeni. Umursamadığımız, ilgilenmediğimiz her katliam için bıraktık bir parçamızı ruhumuzun en insan yanından. Git gide azalarak, git gide daha fazla acı çekerek uzaklaştık kendimizden. Tüm olup biten bizimle ilgili aslında. Çığ gibi büyüyor içimizde korkularımız.
Bugün, dört bir yanda ağlıyor insanlık. Yüzünün tekrar güleceği günü bekliyor...
O günün gelmesi için, önce bir adım atmak gerekiyor...

2.01.2014

Hayat peşimizde...

Neleri geride bıraktınız yıllardır adımladığınız yaşamınızda? Bu kent, bu liman, fener, çınarlar... Rüzgar kokan bu kent neleri getirdi, neleri götürdü sizden? Hatırlandıkça yüreği yangın yerine çeviren hatıralar, bedenlerimizi hapseden yitirilmişlikler, bir türlü iyileşmeyen yaralar, damarlarımızda fırtınalar kopartan aşklar, eşgali belirlenememiş sabıkalı duygular başıboş gezinir durur bu şehrin sokaklarında. Yüreklerde gizlenmeye, korunmaya çalışılan şeylerin gözlerde okunmasından korkulur; kafalar öne eğilir ve sahte tavırlar takınılır kimliğimize yabancı olan. Oysa ki sevdası gözlerimizden uzaklaştırılan her şey peşimizdedir hala. Aslında bazı duraklar vardır, önünde biraz beklenilmesi gereken. Sabırsız bir tutum ise alır götürür bedenleri...Yıllarla bedellenecek olguların orada kaldığını ve umulmayan anlarda bir şeyleri her zaman acıtacağını bilmeden yıllar geçer. O gün terk edilen, bugün karış karış aranılan olur ıssız sokaklarda. Bir iz, bir kırıntı, bir renk ya da koku ararız ıskalanmış anılardan. Geri dönüldüğünde yolumuzu bulabilmek için yerlere attığımız leblebi şekerleri de kaybolmuştur artık. Hüznün gümüş renkli ışıltısıyla tamamlanmaya çalışılır tablonun eksik kalan yerleri. Yapacak başka da bir şey kalmamıştır çünkü...

Ne çok gün doğuşu ve batışı kaçırdık istemeden. Alev alev yanan suretinin altında oturup güneşin -yarın yine görüşürüz- diyemedik. Ne çok şarkı hapsoldu yüreğimizin bir türlü dile gelemeyen çekingenliğine. Bir balığın yüzgecinde yol alamadık ya da albatrosların gözünden göremedik okyanusların derin gizemlerini. Yarım kalmışlıkların gizli tapınağında sunduk adaklarımızı gizlice. Söylenmemiş sözlerin ve içimizde tutuklu kalan tavırların verdiği derin sızıyla yaşadık hep mabedimizde. Şimdi, yeni bir yolculuğa doğru yelken açtık gidiyoruz. Yalnızlığımızla sarmalanmış bedenlerimiz, hiç olmadığı kadar yorgun belki bu gece. İçimizdeki denizin çırpınışlarıyla belirlenen rotamızda, bizleri nelerin beklediğinden habersiz yol alıyoruz hiç durmadan yine.

Yaşamak... Keşke demeden ve sahiden yaşamak. Bazen azgın savruluşlar, sığ aldanışlardan daha iyidir.







27.04.13 "Trilye"

İLK ARABAM

Gelir gelmez Sorardım en masum halimle... İşten yorgun argın dönen babama, Bir araba çizer miydi bana? Sevecenliğiyle şöyle bir baka...