28.11.2013

Tamamlanamayan hikayelerin hazin sonu...

Bir hatıranın hüzünlü olması için çok da dramatik hikayelere gerek yoktur. Basit ve sade bir ayrılık hikayesinin içinde de çok büyük acılar gizlidir. Herkesin kendi derinliğinde yaşadığı aşk, gün gelir yine o derinlikte kaybolur gider. Gün yüzüne çıkartılamayan, konuşulamayan her şey yavaş yavaş küstürür. Konuşmadıkça uzaklaşılır aşkın merkezinden ve çekim gücünden. Tuhaf kalabalıkların içinde yapayalnız kalınır. En çok da kendinden kaçar insan; kaçtığı o ıssız yerde acısına bir mana da bulamaz. Çünkü, hesap kitap yanlış yapılmıştır. Elinde kalanlarla doyacağını zannederken, açlıkla terbiye etmeye çalışırsın ruhunun isyan eden çocuksu yanını. Tadı kalır sadece yarım yaşanmış          t a m a m l a n m a m ı ş l ı k l a r d a. Bitsin derken dilin, bir yanın ömrünce sürsün ister. Ama bomboş bir kumsaldır artık yüreğin. Dalgaların kıyılarına vurduğu, her vuruşta senden -parça parça- seni alıp götürdüğü... Eksikliğini daha da çoğaltmaya çabalar gibidir etrafında olup biten her şey. Sense olan bitenden bi haber, düşe kalka yürümeye çalışırsın. Elbette yine de yaşarsın; ruhun yaralı, organların delik deşik, unutmaya çalışarak , yaşarmış gibi rol yaparak , kanayarak, yalandan, sahte, anlamsız...  Başarılı bir oyunculuk sergileriz. Evet, aslında her birimiz çok başarılı oyuncularız. En iyi rolü de gözümüzün içine baka baka kendimize oynarız. Perde kapandığında; sahneyi terkeder, makyajımızdan arınırız. Geride bırakmaya çalıştıklarımız hala aynı yerde durmaktadır. Oyunculuğumuz, bir hikayeyi yeni baştan yazma gücüne sahip değilmiş, geç de olsa anlarız.

Herkesin hikayesi çok farklı. Ayrılık, dipsiz bir kuyu. Yaşamla ya da ölümle ilişkili her defasında. Deli gibi seversin, ama bir gün bitmek zorundadır. Dünyanın varoluşundan beri de hep böyle olmuştur. Yalın, abartısız, kısa ve net bir cümledir bu saatten sonra seni anlatan. Sonunda " Her şey bitti, böylece sen de bittin...
" A n l a m s ı z s ı n   artık, ne yaparsan yap bir daha asla   t a m a m l a n a m a z s ı n . . .




26.11.2013

Sence şu an öfkeli miyim?

Ruhuma yaptığım bir başkaldırıdır benim öfkem. Derinliklerimde uyuklar, soluklanır; damarıma basıldığı anda tüm saldırganlığı ve yıkıcılığıyla gün yüzüne çıkar. Hepimizde böyle değil midir zaten? Şiddetle beslenen öfkemiz; sindirilmiş duygularımızdan, ilgisiz tavırlardan, umutsuzluktan, umarsızlıktan, fark edilememekten, anlaşılamamaktan kök salar ve yeşerir. Güya küçük şeylerden mutlu olmayı pek iyi biliriz. Bununla sınırlandırırız hayatımızı. Bir şekilde kendi kendimizi ezip küçültür, başkalarının da bu ezikliğimizden faydalanmasına müsade ederiz. İşin gülünç yanı bunu fark etmemiz de epeyce zaman alır. Çünkü sakin ve uslu bir kişiliğimiz vardır. Zaman zaman gösterdiğimiz tepkiler başkaldırı olarak adlandırılır ve yüzde yüz suçlu biz oluruz.

Sınırlarımıza müdahale edilmeden yaşayabiliyorsak, erdemli bir hayatın kapılarını açmışız demektir. Aslında bunu açıklaması da; tartışmalardan uzak, kendi kabuğumuzda yaşıyor olduğumuzdur. Ancak, toplum içerisinde çevremizle olan ilişkilerimizde yaşadığımız baskılar bizi öfkelenmeye doğru kuvvetle iter. Uygar olduğumuzu da nereden çıkardık? Ne yazık ki, tamamen ilkelliğin hüküm sürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. Oysa ki; öfkemiz aklımızın ardında kaldığı sürece problem yoktur. Aslında bazı durumlarda duyarsız kaldıkça sakinleşir, sakinleştikçe olup bitenleri daha iyi değerlendiririz. Aklımızın alabildiği kadarıyla öfkemizi yontar, içinden çekip çıkarttığımız esere hayran kalırız. Mantık ve öfke ayrılmaz ikili olduğu sürece sorun kalmaz hayatımızda.

Engellenmiş, incinmiş, göz dağı verilmiş yaşamlarımızda duyargalarımızı açıp sürüleşmeden uzak kalabiliyorsak , henüz bu dünyaya uyum sağlayamamışız demektir. Uyum için, tepkisiz kalınmalı günümüzde. Oysa ki; kabuğumuzdan çıkıp kendimize has tepkileri vermek zorundayız. Tepki ise beraberinde öfkeyi de getirir. Öfkemizi küskünlükle, kinle, intikam duygusuyla bezeyerek aslında kendi yok oluşumuzun pimini çekmektense, aklımızın ve kişiliğimizin yoldaşlığında yola devam etmek en doğrusudur. Hayatta öğrenecek daha çok şey var. Öfkeyi doğru dozunda nasıl kullanırız? Elbette bazen unutarak...

Hafızam çok güçlü değildir benim. Uzun zaman önce okumuş olduğum bir kitabı bazen hatırlayamam mesela. Ya da eskide kalan insanların isimlerini. Zamanla filmlerin adlarını unuturum, bazen de sevdiğim ama uzun süredir dinlemediğim bir şarkının sözlerini. Unutmadığım bir tek  şey vardır. Yaşadığım anın güzelliği. Sonbaharın rengi, yazın coşkusu yaşadıkça güzelleşir. Zamanında değerlendiremediğim hiç bir dakika, ömrüme artı olarak yazılmayacaktır. Hayatımı, ben basit ya da zor hale getirebilirim. Söylesenize, bu durumda nasıl olur da yok yere öfkelenebilirim???


21.11.2013

Gri şehrin hüzünlü aydınlığı...

Dostlarla çıkılan yolculukların tadı başkadır. Her seferinde, hayatı birlikte keşfetmenin tadını alırsınız. Sevdiğiniz, güvendiğiniz, başınızı omzuna rahatlıkla yasladığınız insanlardır onlar. Zor günleri birlikte yaşadığınız gibi, hayatın güzelliklerini de onlarla paylaşmak bambaşkadır. Ömrünüze ömür katar, birbirinizi yüceltirsiniz. Sevgiden de öte bir yoldur gidilen. Kısa ya da uzun olması fark etmez. Onlarla birlikte yürünen her yol aydınlıkla sonlanır.

Dostlarımla Anıtkabir'i ziyaret ettik geçen hafta sonu. Sakin, sıradan bir Pazar gününün içinden fışkıran insan seline karışarak, hüzün ve mutlulukla harmanlanmış bir zamanı yaşadık kısıtlı saatlerde. Hepimizin gözlerinde geleceğe dair bir umut, geçmişe dair bir özlem vardı. Sevgili Ata'mızın yaşanmışlıklarının izlerine yüreğimizle dokunmaya çalışarak gezdik yıllar öncesinden kalanların sergilendiği müzede. Her biri acıyı, insanı, ölümü, yaşamı, cesareti anlatan tablolardan canlanıp çıkıverecekmiş gibi görünen insanları izledik hayran bakışlarımızla. Birbirimize söylemesek de hepimiz düşündük gurur verici o tabloların içinde yer almış olmayı. Hayatın neresinde olduğumuzu ve bundan sonra nereye gidebileceğimizi sorguladık sessizce. Ankara'nın gri renginde ısıttık içimizi. Bizi biz yapan her şey geçmişimizde yatıyordu, bir kez daha anladık. Bazı yolculukların sonundaki aydınlık daha büyülü ve vazgeçilmezdir. Hele bir de dostlarla çıkılmışsa o yola ...







15.11.2013

Aşkı ne zaman incittik?

Önce beynimizde yarattığımız bir surete aşık oluruz. Hayallerimizin insanıdır o. Bizi cezbeden, küçük dünyamızın baş köşesine oturttuğumuz, sonsuza dek mutlu mesut birlikte olacağımıza inandığımız kişi. Sonrasında hayalimizdeki bu insana yani aşka ulaşabilmek için var gücümüzle çalışmaya başlarız. En önemli vazifemiz budur artık. Yaşantımızdaki diğer şeyleri itinayla bir kenara iter, varoluşumuzun nedenine ulaşmak için elimizden geleni ardımıza koymayız. İlk çağlardan beri insanın içinde gelişen belki de en ilkel duygu değil midir aşk? Aşkımızı yere göğe koyamayız, yeri gelince de yerden yere vururuz. Önce kırıp döker, sonra tamir edebilmek için her şeyi yaparız. Öylesine gözümüz döner ki; tamir etmek isterken bile örseler, hırçınca davranırız. Çünkü bizler insanız... Kendimizi ve en sevdiğimizi incitmek için yaratılmışız. 

Aşkın özünde ulaşamamak vardır. O insana değil, kendi yarattığımız surete ulaşamamaktır bu. Sevdiğimiz insanda olan ve bizim de aslında çok sevdiğimiz her özelliği değiştirmeye çalışır, onu olduğu gibi kabullenemeyiz bir türlü. Kendimizle savaştığımız her konuda, suçlu her zaman aşkımızdır. Elimizden gelse; onun bir heykelini yaparak istediğimiz gibi şekillendiririz. Canımız istediğinde kolayca parçalayıp, yok edebilmek için...  

Aşk bittiğinde bambaşka birisi haline dönüşürüz sevdiğimize karşı. Daha saldırgan ve yıpratıcı olabilmek içindir tüm çabamız. Bir zamanlar el üstünde tuttuğumuz ama yine de incitmekten de geri kalmadığımız insanı iyice küçültmeye, onu en can alıcı noktalarından vurmaya çalışırız. Aşkın özü, varken de yokken de incitmektir. İçimizdeki barbar, her yönüyle dolar taşar aşık olduğumuzda. Oysa ki sakin yaşanmalıdır aşk. Birbirinden beslenerek usulca büyütülmelidir; rüzgara, fırtınaya dayanıksız bir çiçek gibi korunup kollanarak. Öfkemizle harmanladığımız, adını güya "aşk" koyduğumuz bu şey; sadece bencilliğimizdir... Aşk, ben'ciliğin başladığı yerde bitmiştir...




11.11.2013

Hayallerimden Sonra

Ilık bir sonbahar akşamının keyifli esintisidir düş iklimi. Herkesin düşü farklı. Hayallerimizin başlangıç çağıdır kendi miladımız. HÖ. (hayallerimden önce) , HS. (hayallerimden sonra)... Ne değişti hayatımda? Yeni bir ben keşfettim kendimde. Korkularından arınmış, geleceğe dair beklentileri olan, savaşmaya hazır, cesur bir ben. Biraz da gamsız, tedirginlikten uzak, bazı şeyleri boş vermiş, günü yakalamaya ve yaşamaya çalışan ben. Hayallerimiz mutlaka gerçek olacak diye bir kaide yok. Mutluluğumuzun anahtarı bunda gizli değil bence. Bazı hayallerin gerçekleşmesi çabaya değil şansa bağlıdır. Ya da bir başkasında şans olarak adlandırdığımız şey, o kişi için yok edilemez bir lanettir belki de hayatında.

Hayallerin sonu yok. Ucu bucağı, gizlisi saklısı, büyüğü küçüğü yok...Bir bakmışsın, dünya ayaklarının altında, hala küçük bir çocuk gibi sallandığın salıncakta. Ya da yetmişindeyken dalar gidersin uzaklaşan feribotun ardından yeni dünyalara...Hayallerimin başladığı masal şehrinde bitti yine herşey. Hayat sürprizlerle ve tesadüflerle dolu. Acı ya da tatlı. Bazen seçme şansımız olmuyor. Bir başka hikayede uzun uzun anlatırım belki ve dinlersiniz. Herkes bir pay çıkartır kendine tüm bu olanlardan. Bir hayal başlar "merhabayla", son bulur hiç ummadığın bir "elvedayla". Yenik çıkmadığın sürece bu savaştan, farklı cephelerde sürecek. Beyaz bayrağımız cebimizde. Ne olur ne olmaz, belki barış yaparız hayallerimiz ve diğer benliğimizle. Başlangıç ve bitiş arasındaki süreçtir hayal. Başlamadan önce kaybolmuş, bittiğinde bulunmuş ve tamamlanmıştır parçaları kolajın. Şimdi gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki;
Hayallerimden önce Kim'dim, hayallerimden sonra Ben oldum.






8.11.2013

Kasım yansımaları

Kasım rüzgarlarıyla birlikte kumların dansı da başladı doğanın büyüleyici senfonisi eşliğinde. Günler öyle çabuk geçiyor ki birbiri ardına... Daha dün yaz geldi gelecek derken, kışın ortasında buluverdik kendimizi. Belli bir yaştan sonra hızlanıyormuş zaman, büyüdüğümde daha iyi anladım. Her gün, diğer günün tekrarı olmaya başlıyor ve ister istemez sıradanlığa doğru yol alıyoruz. Günün monotonluğunda öylesine yaşanıveriyor tüm saatler. Dünya dönmeye devam ediyor, hayat akıyor etrafımızda çığlık çığlığa. Bazen seslenmek istiyoruz "biraz yavaş, ne olur" diye, ama duyuramıyoruz. O, inatçı ve kendi yörüngesinde devam ediyor yoluna bizi de yanına katarak. Bu koşturmaca içinde soluklanmak için bazen durmak gereklidir. Kasım da diğer aylar gibi aşkın, özlemenin, sevginin, yaşamın ayıdır. Yağmurların başladığı, durgun, yorgun biraz da hüzünlü bir aydır kendileri. Kasım ayı geldiğinde soluklanmak için, durup biraz düşünmeli aşka dair.

Aşk deyince, sadece bir insanın başka bir insana olan aşkından söz etmek yanlış olur. Bir şarkıya da aşık olabilir insan, bir şehre de, hayallerin ötesinde kalmış bir anıya da...Duyguların yoğunluğu ve gerçekliğidir önemli olan. Hayatı boyunca aşkı duyumsamamış, sığ sularda ürkekçe yüzenler; yaşamaktan ölesiye korkanlardır. Bu çelişkide mümkün mü insanın insanı, doğayı, evreni, sevgiyi anlaması?

Olup bitenleri anlayabilmek için dünyayı seyretmek gerek bazen...
Bir akvaryuma bakar gibi seyrettim hayatı dün akşam oturduğum yerden. Çocukluğumu ne kadar özlediğimi fark ettim. Yaşadığım şehir ne kadar da değişti. Eski gülüşlerin çimenli, çiçekli yerlerini ağlamaklı sokaklar aldı. Yağmur yağdığında daha da grileşen; soğuk, karamsar, bencillikle yıkanan asfalt sokaklar. Damarlarımıza yavaş yavaş, alıştıra alıştıra veriliyor sanki acı. Git gide daha çok yakarak, daha ağrılı, daha dayanılmaz oluyor büyüdükçe. Böyle anlarda; uzun, iki tarafı ağaçlı bir yolda -güneşin yaprakların arasından güçlükle sızdığı- yürüdüğümü hayal ediyorum. Her adımda geçiyorum hayattan...Her adımda geçmişten...Her adımda anılardan ve aşktan...Gülümsüyorum.

Eskiden yaşayıp da asla unutamam dediğin anıların üstüne yenileri inşa ediliyorsa, ve gerçekten de buna aşk deniliyorsa, eskiler hükümsüzdür. . . Kayıp ilanı vermeye de gerek yoktur. . . Kasım, yitirmenin ve tekrar bulmanın ayıdır. Yitirdikleriniz, dünyaya yansımanızdır her defasında...






4.11.2013

Yine geride kalanlara...

G eriye kalan yine hüzündü...
E n baştan belirlenmiş sonun ardından,
R üyalarla boğuşurcasına yorgun
İ htimallerle düşünürcesine şaşkın
Y eniden başlamak istercesine hayata hevesli
E ski zamanların, yitik gölgeleriyle bir arada...
                                    ve,

K elimelerin anlamsızlaştığı bir yerde tutunup kaldık.
A rtık düşlerin ötesinde yok olup,
L al anılarda yitmek var...
A nlamaya çalışırken dünyanın gizini,
N efretten sıyrılıp, özümüzdeki insanı bulmak var.



My heart wants to beat like the wings of the bird that rise. I hear the sounds of the forest. You exist in the softness of winds, You exist ...